5 Haziran 2008 Perşembe

Olayıdım deme ol...


Zulüm ejderha olsa da
Telli duvaklı yurdunda
Bir oğul büyütmelisin
Kavgada yiğit olmalı

Gün gelip yol kenarında
Kızıl gül açmış alnında
Bulursan yıkılmayasın
Göz yaşında hınç olmalı

Düşen birdir bilmelisin
Bin oğlun var sevmelisin
Yarın bizim yılmayasın
Yüreğinde güç olmalı
Adnan Yücel

Deniz, Gemerek'te yakalandığında 16 Mart 1971'di.

Haber gazetelere yıldırım baskı ile girdi, sabah tüm Türkiye yüreğinde bir sızıyla uyandı.

O an Deniz'i düşündü tüm Türkiye, O'nu kurtarmayı...

Hele mahkeme safhası başlayıp da bu işin sonunun idama gittiği belli olduğunda...

“Olayıdım olayıdım oyy
Okur yazar olayıdım oyy
Deniz mahkemeye düşmüş
Avukatı ben olaydım...”

Şarkışla türküsünü Deniz için yakan yaşı yetmişe ermiş bir Türk anasıydı...

Önce anaların aklına düşmüştü Deniz'i kurtarmak, çünkü o tüm anaların oğluydu, umuduydu...

...

Devrimci dayanışmanın gösterilmesi gereken günlerdi.

İlk yola koyulan Sinan oldu.

Aslında Deniz, Yusuf ve Hüseyin, Sinan buluşmaya gidiyorlardı Şarkışla'da yakalandıklarında.

Sinan, buluşmanın olmadığını gazetelerden öğrenecekti.

Lideri artık hapisti, ama yapılması gereken bir görev vardı, Türkiye'yi kurtarmak ama Türkiye'yi kurtarmak için de Deniz'i kurtarmak...

Gerilla hareketini başlatacakları Nurhak dağlarına yürüyüşüne devam etti yanındaki arkadaşlarıyla. Akçadağ'da bir muhtar Sinan'a onları Suriye'ye kaçırmayı önerdi.

Sinan'ın cevabı netti:

“Arkadaşlarımız ölümü ele kolu bağlı beklerken, biz elimiz kolumuz açık, kurtulmaya çalıştığımızı mı sanıyorsun!”

Dağa çıktıklarında asker tarafından kuşatıldılar.

Tarih 31 Mayıs 1971'di. Gün ağarırken askerler ateşe başladı.

Sinan askerlere sesleniyordu:

“Biz kardeşiz, halk çocuklarıyız bizler. Size kurşun sıkmayız. Ateş etmeyin...”

Ama nafileydi ateş devam etti.

Sinan'ın elinde çok iyi bir makineli tüfek vardı. Ve Sinan çok usta nişancıydı. İstese askerleri öldürebilirdi ama ya havaya ya yere ateş ediyordu Türk askerini, kardeşini vurmamak için.

Bir süre sonra yaralandı.

Yanıbaşında Kadir Manga ve Alpaslan Özdoğan düşmüştü Sinan'ın.

Sonra geldiler ve yaralı Sinan'ı orada öldürdüler.

İlk kurtarıcı kol böylece yokedilmişti.

...

Sonra analar türkü yaktılar Sinan'lara:

Dört bir yana haber salsam
Öldü desem inanır mı
Dağlar bana geri verin
Kadirimi Sinanımı

...

Sonra acı haber Deniz'e ulaştı.

Sorgusunda şöyle diyecekti Deniz:

“Biz Amerikalılara acımış, serbest bırakmıştık. Sinan da aramızdaydı, sonradan dağıldık. Sinan Cemgil Nurhak dağlarında yaralandı. Silah kullanamaz haldeyken kasti olarak öldürüldü. Biz Şarkışla'da teşhis edildik, ancak burada isteseydik bizi teşhis edenleri silah kullanamaz hale getirirdik, fakat bunu asla yapmadık.”

Nitekim savunmasına kendi rızası dışında yapılan bazı eklemelere de mahkemede şiddetle karşı çıkmış ve şöyle bağırmıştı:

“Ben silahımı halka, orduya karşı kullanmadım. Ancak vatan hainlerine karşı kullanmak maksadıyla taşıdım ve halka orduya karşı kullanırım şeklinde bir beyanda bulunmadım. Silahımızı vatan hainlerine çeviririz bunların kim olduğunu da başlangıçta arzettim.”

...

30 Kasım 1971 sabahı ise yine gazeteler bomba bir haberle çıkıyordu: Mahir Çayan hapishaneden kaçtı.

Sinan'ların öldürülmesinden sonra İstanbul'da Maltepe Askeri Cezaevi'nde planlar yapılmaya başlanmıştı. Bir tünel kazılacak, dışarı çıkılacak ve Deniz'ler kurtarılacaktı.

Deniz'in arkadaşları, yani THKO'lular, Ankara'da Mamak'taydı. Maltepe'de İstanbul'da ise THKP-C'liler bulunuyordu.

Ama gün kendi örgütünü savunma, kendi fraksiyonunun geleceğini düşünme günü değildi.

Gün devrimciliğin sembolü Deniz'i kurtarma günüydü. Çünkü idamlar yaklaşıyordu.

30 Kasım'da Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı, Ziya Yılmaz, Cihan Alptekin ve Ömer Ayna cezaevinden kaçan gruptaydı.

Birkaç gün sonra Ziya ve Ulaş İstanbul'da bir evde çevrildiler.

Ve öldürüldüler.

Ulaşların öldürülme haberi hem Deniz'lere hem Mahir'lere ulaştı.

Ve yine analar türkü yaktılar Ulaş'a:

“Hele ulaşa ulaşa
Ulaş benzedi güneşe
Ulaş gardaş can veriyor
Yüreğim düştü ateşe”

...

Mahir'ler yola devam etti.

İdamlar Parlamento'da onaylandıktan sonra az vakitleri kalmıştı. Ünye'de Amerikan Radar Üssü'nü bastılar. Burada görevli biri Kanadalı ikisi İngiliz üç askeri kaçırdılar. Kızıldere'ye geçtiler ve bir bildiri yayınladılar:

“İdamı istenen üç devrimciyi serbest bırakın biz de bu üç yabancı askeri.”

Ama hükümet pazarlığa yanaşmadı.

Kızıldere, MİT, polis ve asker tarafından kuşatıldı.

Ev sarıldı... Ve ateş başladı.

Saatlerce direndi Mahir'ler, son kurşunlarına kadar.

Herbiri evin başka bir yerinde, siperde öldürüldü...

Sonra analar yine ağıtlar yaktı ölen çucuklarına:

Oy dere Kızıldere
Böyle Akışın nere
Bizde hal mı bıraktın
Sana can vere vere

...

Mahir'lerin ölümü bir kabus gibi çökmüştü hapishaneye.

Kızıldere sonrası ilk görüş günüydü, anası ve babası gelmişti Deniz'in.

Deniz dalgın, üzgün ama dimdikti yine...

Döndü annesine:

“Ana ana, sanki sürek avına çıkmışlar, ne canlar düştü bak, ne yiğit canlar, duydun mu, gördün mü onları...”

Sonra babasına döndü:

“Ölenlerimize yakışan biçimde olmalıyız”

...

Artık önlenemez idam yaklaşıyordu.

Hüseyin İnan'ın babası hapishanede oğlunu ziyarete gelmişti.

Hiç anlaşamamışlardı babasıyla; babası tüccardı.

Lise yıllarına geldiğinde babası artık büyüdüğünü, dükkana sahip çıkması gerektiğini söylemişti, ama daha lise çağında Hüseyin yolunu belirlemişti:

“Ben bu düzenin adamı olamam, beşe aldığınızı ona satıyorsunuz, bu bana uygun değil.”

Babası hayat pahalılığından yakınmıştı o görüş gününde, oğluna getirdiği çamaşırları fahiş fiyata almak zorunda kalmıştı cezaevi yakınından.

Hüseyin o zaman döndü babasına:

“Şimdi anladın mı çucukluktan beri senin dükkânına neden gelmediğimi; bizim mücadelemiz bunlarla işte, sen de aynı işi yapıyorsun, fakir fukarayı sömürüyorsunuz.”

Hep böyleydi bu çocuk ama...

Hele üniversiteyi kazanıp Ankara'ya yerleştikten sonra anası babası görmez olmuştu oğullarını.

Bir keresinde babası şöyle demişti:

“Oğlum bayramlar kurbanlar geçiyor, anan, ablanlar seni özlüyor. Neden gelmiyorsun hiç eve?”

Hüseyin şöyle cevap vermişti babasına:

“Eve gelemem, çünkü kendimi adadığım bir dava var, ileride en ağır cezanın verileceğini biliyorum, gelmememin sebebi budur. Beni şimdiden unutmaya çalışın, kendinizi hazırlamış olursunuz.”

...

İdama üç gün kala bütün akrabalara diye yazıyordu mektubunu Yusuf:

“Ben, halkımın kurtuluşu, Türkiye'nin bağımsızlığı için savaştım. Sizler beni tanıyorsunuz. Bir yıldan beri bu bir avuç sömürücüler, vatan satıcıları, işbirlikçiler, ellerindeki bütün imkanlarla, bizi dışardan yardım gören, beyinleri yıkanmış, vatan haini, dışarıdan emir alan, bölücü anarşist diye tanıtmaya ve halkımızdan bizi kopartmaya çalıştılar. Bu bir avuç azınlığa göre vatanseverlik; vatan satmak, yabancılarla işbirliği yapmak, NATO'yu, Amerika'yı savunmak, 6. Filo'yu ağırlamak, milyonlarca köylünün geçimi olan haşhaş ekimini elinden almak, işçinin grev hakkını engellemek, Amerika'ya ve ve emperyalizme hizmet etmektir.

“Biz bunlara karşı çıktık. Bunun için biz vatan haini, onlar vatansever oldular.”

Sonra babasına yazdı mektubunu:

“Sevgili babacığım...

“Elbette ki yıllarca emek verip yetiştirdiğin bir oğulun, bir günde öldürülmesi kolay göğüslenilecek bir olay değildir. Fakat siz benim ne için, kimlere karşı mücadele verdiğimi biliyorsunuz. Ben bu açıdan rahat ve vicdan huzuru içinde gidiyorum.

“Babacığım cezaevinde kalan arkadaşları ara sıra yoklarsan, hallerini hatırlarını sorarsan çok memnun olurum. Her biri oğlun sayılır.”

...

Hüseyin mahkemede son sözünü şöyle söylemişti:

“Elli yılın bütün hesabını yirmi gençten soruyorlar.

“Tarih asıl suçluları affetmeyecektir.!

“Mahkemenin sonucu ne olursa olsun dediklerimiz gerçekleşecektir!

“...Ta ki vatanı Amerika'ya satanların ve gericilerin sonu gelene dek, bu kavga biz olmasak da devam edecektir!

Yurtsever analar varoldukça devam edecektir!

Kısaca: Anaların rahmine el atamayacaklarına göre, mutlaka devam edecek ve başarılacaktır.!”

...

6 Mayıs 72'den bugüne Deniz'lerin hikayesi hep dilden dile dolaştı, efsaneleşti, halk kahraman evlatlarını bağrına bastı.

Anaların rahmi hep yeni devrimci evlatlar getirdi dünyaya.

Tam 33 yıl sonra Devrimci Gençlik yeniden kalktı ayağa ve TÜRKSOLU'nu çıkartmaya başladı.

Yeni Denizler çıktı yola.

Gencecik delikanlılar, gençkızlar...

Herbiri anasının kuzusu ama önce vatanının evladı gençler.

Denizleri iyi anlayan, anladığını hayata geçiren gençler.

Ne diyordu Deniz mahkemede:

“Profesyonel devrimci olmak bir suç unsuru olarak ileri sürülmektedir. Bu da bir cehalet örneğidir. Profesyonel devrimci bugünün Türkiyesinde kendini hayatı boyunca Türkiye'nin bağımsızlığına adayan kimsedir. Birinci suçumuz iddia makamına göre hayatımızı boşu boşuna Türkiye'nin bağımsızlığına adamış olmamızdır.”

O halde gencin görevi profesyonel devrimci olmaktı, tıpkı Mustafa Kemal gibi, tıpkı Deniz Gezmiş ve kuşağı gibi...

Hatalar mı, elbet tekrarlanmayacak, ama devrimci geçmiş hatalar yüzünden asla karalanmayacak.

Çünkü karşı çıkılan hatalar değil devrimci olma iradesidir, devrimci yaşama felsefesidir aslında.

Deniz, bu tür sözde devrimcileri daha lisede tanımıştı. Hep evde toplanıp, kendi aralarında konuşuyor, çekirdek yiyor ama hiç bir şey yapmıyorlardı.

“Çekirdek yiyerek devrimcilik yapılmaz” diyordu Deniz.

Sonra Che'nin sözünü öğrendi; “Devrimcinin görevi devrim yapmaktır.”

Mahir, son sözü söyledi: “Devrim için savaşmayana sosyalist denmez.”

Deniz, hikayelerinin ne kadar hüzünlü olacağını elbette biliyordu. Bu hüzün, bir dirence dönüşmeliydi.

Bugün Deniz'in hikayesini dinleyip, milyonlarca ağlayanına ne derdi acaba!

Tek bir şey:

“Çekirdek devrimcileri sizi, o timsah gözyaşlarınısı benim için dökmeyin!”

Yıllardır Deniz için ağlaşıp, kendini rahatlatıp, Deniz için ağlamanın devrimci bir görev olduğunu sanan bu budalalara, ne öfkelenirdi...

Hem Deniz'ler için ağla, hem de onların davası için rahatını bozma.

Bu kavgaya ne bir oğul ver, ne bir eş.

Varsa yoksa bahanelerin.

Ne sinirlenirde bunlara Deniz...

Ve bir şey daha derdi:

“Bize sahip çıkamadınız bari bizden sonra geleceklere kıymayın.

Bari onları yalnız bırakmayın...”

Ve kendisine o türküyü yakan anaya dönerdi:

“Olayıdım deme ana, ol.
Okuryazar olmaya gerek yok, devrimci ol...”

Hiç yorum yok: